Author: admin

‘Silikozis’ ağır cezalık

Ölümlere neden olan kot atölyeleri için ilk kez ağır cezada dava açılarak 20 yıl hapis istendi.

Akrabası Kemal Kaleli’nin Samandıra’daki kot taşlama atölyesinde 18 yaşında çalışmaya başlayan Mustafa Kaleli, 2.5 yıl atölyede çalıştıktan sonra askere gitti.

Askerde hastalanan Kaleli, yıllarca tedavi gördü ve 40 kiloya kadar düştüğü 2008 yılında hayatını kaybetti. Kaleli tedavi gördüğü hastanede Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşamını yitirdiğinde 23 yaşındaydı.

Olay üzerine aile adına Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ’na suç duyurusunda bulunan avukat Nurgül Reşitoğlu, Samandıra’daki işyerinde günde ortalama 14 işçinin kumlama yaptığını, işçilerin birçoğunun hastalık nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirtti.

Kemal Kaleli’nin ‘İhmali davranışla birden fazla kişiyi kasten öldürme’ suçunu işlediğini savunan Reşitoğlu, Kaleli hakkında suç duyurusunda bulundu.

İHMALLE KASTEN ADAM ÖLDÜRME

Olaya ilişkin dava açıldı. Ağır ceza mahkemelerinde ilk defa bir atölye sahibi ‘İhmali davranışla kasten adam öldürme’ suçlamasıyla yargılanmaya başladı.

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından geçen ay hazırlanan iddianamede, Adli Tıp Kurumu’ndan alınan rapora göre 23 yaşındaki Mustafa Kaleli’nin meslek hastalığı (silikozis) nedeniyle öldüğü belirtildi.

İşyeri sahibi Kemal Kaleli’nin ölüme ilişkin ihmali olup olmadığı yönünde İş sağlığı ve güvenliği uzmanı bilirkişisinden alınan rapora göre de şüphelinin asli kusurlu olduğu ifade edildi. İddianamede, işyerinin kot kumlama tesisi olarak ruhsatsız faaliyet gösterdiği belirtildi.

İddianamede şöyle denildi:

“İş ve işçi güvenliğini sağlamadan, işyeri çalıştırma ruhsatı dahi almadan ve silikozis hastalığının büyük oranla sonuçlandığını bildiği halde, maktulü atölyesinde çalıştırarak ihmali davranışta bulunarak kasten adam öldürme suçunu işlediğine ilişkin hakkında kamu davası açmaya ilişkin yeterli delil elde edilmiştir.”

20 yıl hapsinin istendiği tutuksuz sanık Kemal Kaleli, Anadolu Adalet Sarayı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya katılmadı.

Duruşmaya ölen genc in babası Erdoğan Kaleli ile annesi Mukadder Kaleli müşteki sıfatıyla katıldı. Baba Kaleli, sanıktan şikayetçi olduğunu belirterek, “Bu davanın peşinde olacağım. Sanığın cezalandırılmasını istiyorum” dedi. Mahkeme, sanık Kemal Kaleli’nin ifadesinin alınması, işyerinde çalışan 3 işçinin gelecek celse tanık olarak dinlenilmesine karar vererek duruşmayı erteledi.

SİLİKOZİS NEDİR? 
Silikozis, silika adı verilen maddenin uzun süre solunması sonucu gelişen bir akciğer hastalığı olarak tanımlanıyor.

Bir işçinin kot taşlama işinde 6 ay çalışmasının bu hastalığa yakalanması için yeterli bir süre oluğu belirtilip, nefes darlığı, yorgunluk gibi belirtilerle ortaya çıkıyor.

Toza maruz kalma ortadan kalksa bile hastalığın ilerlemesinin önüne geçilemiyor. Çalışma esnasında takılan maskenin ise koruyucu olmadığı belirtiliyor.

radikal.com.tr den alıntıdır.

Binlerce silikozis hastası SGK kayıtlarında yok!

SGK’ nın açıkladığı 2011 yılı iş kazaları ve meslek hastalıkları istatistiklerini görünce insan ne diyeceğini şaşırıyor. İş kazaları (cinayetleri mi?) deyince dünyada hep ilk üç içinde yer alan Türkiye sıra Meslek Hastalıklarına gelince yüzümüz güler! Çünkü SGK verilerine göre bizde meslek hastalığı yok derecesinde! Ama son üç senedir yaşanan olay bunun da ötesinde. Tanısı bizzat Sağlık Bakanlığı meslek hastalıkları hastanelerinde kesinleşen ve SGK kurumları tarafından silikozis tanısı ile kendilerine maaş bağlanan binlerce kot kumlama işine bağlı silikozis hastası işçi resmen silinmiş, buharlaşmış durumda!

2011 yılı SGK verilerine bakarsak 69.227 iş kazası olduğu ve bunlara bağlı 1710 kişinin öldüğünü görmekteyiz. Bu rakamların ürkütücülüğü ortadadır. Türkiye’ de ölümle sonlanan iş kazaları oranı Kuzey Avrupa ülkelerine göre yaklaşık 10 kat daha fazla. Bu bize aslında çalışma yaşamındaki vahşi koşulları göstermekte. Ama sıra meslek hastalıklarına gelince durum birden değişir.Türkiye meslek hastalıkları açısından birden Dünyanın en güvenli ülkesi haline gelmekte! İş kazalarının bu kadar yüksek olduğu çalışma koşullarında meslek hastalıklarının bu kadar az olması nasıl açıklanabilir?

2011 verilerine göre Türkiye’ de 670 işçi meslek hastalığına yakalanmış ve 10 kişi meslek hastalığı nedeni ile ölmüş. Bu rakam beklenenden çok düşük düzeyde. Çünkü kabaca işçiler içinde meslek hastalığına yakalanma oranı Dünya ülkelerinde 1000’de 4 ila 12 arasındadır. Biz en düşük rakamı yani 100 de 4’ü esas alsak ve sadece işçi kategorisindeki sigortalıları hesaba katsak bile yaklaşık 11 milyon işçi içinden yılda 40 binden fazla meslek hastalığının çıkması gerekir. Oranı daha yüksek tutsak ve toplam işçileri hesap edersek bu rakam çok daha da yükselmekte. 2011 yılı böyle iken diğer yıllar da bundan farklı değil. SGK verilerine göre meslek hastalığı sayısı 2010 yılında 533 (on binde 5), 2009 yılında ise 429 görünmektedir.

Şüphesiz ki birinci sorun meslek hastalıklarına tanı konulamamasıdır. Burada Üniversitelerimizdeki, yani Tıp eğitimindeki sorunlar akla gelmelidir. Üniversitelerimiz bu alanda çok yetersiz kaldı (veya bırakıldı) , Meslek Hastalıkları Hastanelerinin gelişimi ise sürekli olarak engellendi. Ülkemizde Meslek hastalıkları/ iş sağlığı konusundaki uzmanlık alanı daha çok yeni tanımlandı ve henüz çok az uzmanımız var. Açıkçası bu konu uzun yıllardır ne üniversitelerin, ne bakanlıkların hatta ne de işçi örgütlerinin önemli bir gündemini oluşturmadı.

Anma sorun sadece bu değil. SGK verilerine göre bir işçinin hastalığının meslek hastalıkları istatistiklerine girmesi için meslek hastalığının tıbbi tanısından sonra bu hastalık ile işçinin çalışma yeri ve koşulları arasında müfettişler tarafından yapılacak inceleme ile illiyet bağının gösterilmesi ve işçinin %10’dan fazla işgücü kaybına uğramış olup tazminatı hak etmesi gerekir. Eğer bunlar yoksa bu hasta işçiler rakamlarda görünmez. Eğer müfettişler bu durumu işçi lehine raporlamamış iseler işçinin hastalığının mesleğe bağlı olduğunu mahkeme yolu ile ispatlaması gerekmektedir. Dolayısıyla tıbbi olarak sağlık kurumları meslek hastalığı tanısı koysa da yukarıda açıklanan nedenlerle bu hastalar “resmen”(?) meslek hastası sayılmaz ve Türkiye’nin tüm dünyaya duyurduğu veriler içinde yer almaz.

 

Gelelim kot kumlama işine bağlı silikozis hastası olan işçilere. Binlerce kot kumlama işçisinin bir meslek hastalığı olan silikozise yakalandığını devletin hem sağlık hem de sosyal politikalarla görevli kurumları onaylamasına ve bunların önemli kısmına özürlüler yasası kapsamında bile olsa “bir çeşit iş göremezlik maaşı” bağlanmış olsa da bu işçiler SGK verilerinde yok. Çünkü bu işçilerin % 95’den fazlası SSK’sız çalıştırılmış. Dolayısıyla bunlar tıbbi olarak silikoz tanısını alsalar da SGK’ya göre silikozis değillerdir. Daha doğrusu işçi sayılmadıkları için meslek hastalığına da yakalanmış olmazlar! Açılan iş tespit davalarının da işçiler lehine sonuçlanması ise pek ender görülen bir şey. Dolayısıyla sigortasız çalıştırılmış kot kumlama işçilerin önce silikozise yakalandığını teyit ettirmesi gerekir (Bu her türlü zorluğa rağmen hekimler tarafından gerçekleştirildi). Sonra işçinin işçi olduğunu ispatlaması gerekir. Kayıt yok, istenen iki şahidi (hem de sigortalı!) nereden bulacaksın. Hadi buldun sonra da işçinin gerçekten o işte çalıştığını, o toza maruz kaldığını ispatlaması istenir. İşveren ortada yok. Varsa da işçinin bildiği patron başka, kağıt üstündeki patron başka. İş yeri ortada yok, olsa da iş yerinin o bölümü çoktan ortadan kaldırılmış. Gel de ispatla!

2009-2011 arasında Meslek Hastalıkları Hastaneleri ve diğer sağlık kurumlarında binlerce işçiye silikozis tanısı konuldu, SGK Yüksek Sağlık Kurulu bunların büyük bölümünün % 15’den fazla işgücü kaybına uğradığını kabul edilip aylık bağladı. Bu dönemde 50 civarında işçi bu hastalıktan öldü, ama verilere gelince 2009-2011 yılarında Tekstil/Hazır giyim iş kollarında görülen meslek hastalığı sayısı bu üç yıl için toplam 35(?) civarında ve bunlar da başka hastalık. Çünkü silikoz diye bildirilenlerin hemen hepsi maden işçileri. Tekstil/Hazır giyim iş kolunda meslek hastalığına bağlı ölüm ise resmi olarak yok! İşçilerin eylemleri ve kamuoyu baskısı ile işçilerin işçi olduğu kabul ettirilemedi ama “özürlü” oldukları keşfedilip oradan, primsiz ödemelerden bir miktar aylık bağlandı. Hasta işçiler sorunları ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kapsamından Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı devir edildi. Tıbbi kayıtları silikozis olsa da artık bu hasta insanlar işçi değil, hastalıkları da resmi olarak silikozis değil!

İnanılmaz ama binlerce meslek hastası işçi buhar oldu! Bakanlık bütün dünyaya resmen doğru olmayan bir rakamı bildirmekte. Biliyorsunuz bakanlık sitesinde veriler İngilizce de yayınlanmakta. Bizde gizlilik yok! Her şey şeffaf!  Bakanlık “bu işçiler sigortalı çalışmadıkları için ve sigorta üzerinden mesleki hastalık tazminatı alamadıkları için prosedür böyle, biz bu rakamı verdik” diyemez. Çünkü öncelikle silikozis mesleki etkenler dışında oluşmaz, demek ki bu hastalar işçi ve meslek hastası. Hadi SGK kapsamında tazminat vermediniz ama yine de bunları meslek hastası olarak bildirmeniz gerekmez mi? Bu Türkiye’nin çalışma yaşamını ilgilendirmeyen bir şey mi ki yıllık istatistiklerinizde yer almaz?

Yüzde yüz önlenebilecekken hastalanmalarına ve birçoğunun ölümlerine göz yumduğumuz işçileri şimdi de insan ve hasta yerine koymayarak göz önünden atmaya, onları özürlü/engelli parantezine alıp çalışma yaşamımızın vahşi gerçekliğini yansıtan çok acı ve değerli bir belge konumundan uzaklaştırmaya çalışıyoruz.

Hepimiz birer birey olarak her an gerek zihinsel gerekse fiziki engelli bir duruma gelebiliriz. Bu doğal ve insani bir durum. Ama bir yönetim için en kötüsü “insanlık engelli” duruma düşmek!

Prof. Dr. Zeki Kılışaslan

Leyleğin Atılmış Yavruları

Leyleğin Atılmış Yavruları

Leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada bırakıp fazla olanları yuvadan atar.

Bizler Bingöl’ün Karlıova ilçesi, Taşlıçay Köyü’nde doğduk. 1990’lı yıllara kadar hayvancılıkla olan geçimimiz iyi durumdaydı. Köyümüzün toplam 32 bin küçükbaş hayvanı vardı. Herkesin hayatı güllük gülistan iken köyümüze koruculuk getirildi. Köyümüz için pek de hayırlı olmayan günler de böylece başlamış oldu.

Köyden 86 kişi korucu seçildi. 2.100 nüfuslu bir köyde 86 kişinin, bu kişilerin ailelerini de 10 kişiden sayarsak, yalnızca 860 kişinin istihdamı sağlandı. Herkes yaylaya çıkamadığı için hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Geri kalanların göç etmekten, gençlerin gurbete çıkıp çalışmaktan başka çareleri kalmadı.

Gurbete gelenlerden biri de bendim. Maddi imkânsızlıklar yüzünden okulu bırakıp İstanbul’a geldim. Çocuk yaşta olduğum için iş bulmakta zorlandım epey. Önceleri bulduğum işyerlerinde yatma yeri vermedikleri için çalışamadım. Sonra İstanbul’a daha önce gelmiş arkadaşlarımızın çalıştığı kumlama atölyelerinde çalışmaya başladım. Bu atölyelerde yatma yeri veriyorlardı. Diğer işyerlerinde çalışan kişilerle maaşlarımız aynıydı. Bize cazip gelişi sadece yatacak yer vermeleriydi. Kumlama, Türkiye’ye yeni geldiği için fazla gelişmemişti. Karanlık bir odada deniz kumuyla kot beyazlatılıyordu. Kum fazla harcanmasın diye de odalara ufak fan takılıyordu. Bu işlerde çalışanlar ya bizim gibi yatma yeri sıkıntısı çekenler ya da yabancı uyruklu işçilerdi. 1999 yılında rodeo (kumlama) çok aşırı parladı. Neredeyse piyasaya sürülen bütün kotlara beyazlatma yapılıyordu. Bir anda aldığımız maaşlar piyasanın iki-üç katına çıktı. Herkes köydeki veya çevredeki eşine dostuna bu işi tavsiye etti. Burada başka işlerde çalışan arkadaşlar dahi işlerini bırakıp kumlama işine girdiler.

İstanbul’da iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar kumlama atölyesi varken bu sayı yüzlere çıktı. Hiç kumlama nedir bilmeyen sermayedarlar bir kumlama ustasına 3 kuruş fazla verip himayesinde rodeo kurdular. Rodeo açmak için bir kompresör, bir hava tankı, birkaç püskürtme tabancasından başka bir şey gerekmiyordu. Unutmadan, kelepir bir bodrum bir de çalışacak işçi gerekliydi. Bizler İstanbul’a gelip 1 sene 10 ay çalışıp, köyümüze 15 gün dinlenmeye giderdik. Sigorta nedir duymuştuk ama ne için gerekli olduğunu anlatmamışlardı. Bizim gözümüzde sigorta, 20 yıl aynı işyerinde çalışanı emekli etmekti. Oysa sigorta hayatı garanti etmekmiş. Hadi bizler bilmiyorduk peki devlet neredeydi; çalışan işyerleri vergiye tabiydi. Elektrik faturası ödüyorlardı, vergi ödüyorlardı. Peki, merak etmiyorlar mıydı bu işyerinde ne üretiliyor, kimler çalışıyor. Sonuç itibariyle; senin belli iş yasaların ve bunun denetimi için kurumların var. Sen buraya elektrik, su verip vergi alıyorsan merak edip denetleyeceksin; şartlara uygun, koyduğun yasaya uygunsa çalışma ruhsatı vereceksin.

Ve şu an hepimiz hastayız, hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Sadece köyümüzde resmi olan hasta sayısı 187, doktora gitmeyenlerle beraber 300 kişi hasta ve çaresiz ölümü bekliyoruz.

Türkiye’nin birçok bölgesinde bu işten hastalanan işçiler var. Bizim hikâyemiz böyleydi, onlarınki kim bilir nasıl?

Şimdiye kadar 3 arkadaşımızı kaybettik ve yatağa mahkûm 4 arkadaşımız var, yaşamları oksijen tüpüne bağlı. Aslında hepimiz perişanız çünkü çalışamıyoruz, yürümekte bile zorluk çekiyoruz. Geçimi bize bağlı ailelerimiz var, onlara bakamıyoruz. Bu bize hastalıktan da çok koyuyor. Bizi bu hallere düşüren iş sahipleri kadar devlet de suçludur. Bize sahip çıkmalıdır, en azından bizi iyileştiremezse bile bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalıdır.

Şimdi merak ediyorum yazımı okuyup bize sahip çıkacaklar mı? Yoksa bu leylek hikayesine gerçekten inanacağım… Acaba atılmış yavrular biz miyiz?

 

Basına ve Kamuoyuna

BASINA VE KAMUOYUNA

Silikozis hastalarına Özürlüler Yasası çerçevesinde aylık bağlayan yasal düzenleme 25 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe girmişti.

Bu yasanın silikozis hastalarına tanıdığı haklardan yararlanmak için koyduğu üç aylık başvuru süresi 24 Mayıs 2011 tarihinde sona erdi.

Bu vesileyle kamuoyuna bazı konuları açıklama gereği duyuyoruz:

Bu üç aylık sürede aylık gelir ve yeşil karttan yararlanmak üzere SGK Merkezlerine ve İl Müdürlüklerine kaç başvuru yapıldığını bilmiyoruz.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından bu sayıyı kısa sürede kamuoyuna açıklamasını bekliyoruz.

Yasal düzenleme aşamasında ve yasa çıktığında da belirttiğimiz gibi, insan sağlığına ilişkin bir hakkın kullanılmasının süreye tabi tutulması, en başta Anayasanın 5. maddesinde yer alan “Devletin Temel Amaç ve Görevleri”ne aykırıdır. Keza Anayasanın eşitlik ilkesi ve 56. maddesinde yer alan Sağlık Hizmetleri ile ilgili maddeye de aykırıdır.

Her ne kadar yasada 3 aylık süre sınırlaması bulunsa da Silikozis hastalığının ortaya çıkışı, teşhis edilmesi ve seyri düşünüldüğünde, bu süre tahdidinin bilimsel olmadığı da açıktır.

Kaldı ki, devlet, başvuru süresini kısıtlamakla, “aylık gelir” ve “yeşil kart” haklarını silikozis hastalarına lütfetmiş gibi davranmaktadır.

Oysa artık herkes biliyor ki, kot işçileri, devlet o ölüm atölyelerine izin verdiği, göz yumduğu için SİLİKOZİS hastalığına yakalandılar.

Yani devlet, bu yasal düzenleme ile çok ağır bir kusurunu, çok ağır bir insan hakkı ihlalini -yetersiz de olsa- telafi etmekten başka bir şey yapmamıştır.

Üstelik Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı -tüm ısrarlı taleplerimize rağmen- bu haklardan tüm silikozis hastalarının yararlanabilmesi için en küçük bir duyuru, tanıtım, çağrı kampanyası düzenlememiştir.

Devletin kendi kusurunu telafi ederken karşısındaki hasta ve mağdur insanlara süre tahdidi koymasını ve o süreyi sessiz sedasız geçirmeye çabalamasını takdirinize bırakıyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen “üç aylık süre kısıtlaması”nın iptal edileceğine inanıyoruz.

Ama iptal edilmese bile, üç ay gibi sağlık açısından izahı imkansız bir sınırlama kabul edilemeyeceğinden yasada belirtilen üç aylık süreye bağlı olmaksızın sosyal güvenlik haklarından yararlanabilmeleri esas olan kot, cam, metal kumlama ya da hangi sektörde çalışmış olursa olsun, silikozis şüphesi taşıyan tüm hastaların/işçilerin, hak kaybı yaşamamaları için Komitemize başvurmasını bekliyoruz.

Önümüzdeki dönemde meslek hastalığından kaynaklı iş gücü kaybı yaşayan tüm işçilerin 5510 sayılı yasa kapsamında sosyal güvenceye kavuşması için mücadelemize kaldığımız yerden devam edeceğimizi duyuruyoruz.

Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi

Ne yapılmalı?

Ne yapılmalı?

Halen İstanbul’un Sultançiftliği, Küçükköy, İkitelli, Halkalı, Alibeyköy, Esenyurt semtlerinde, her türlü denetimden uzak çok sayıda kot kumlama atölyesi var. İşçileri sağlıksız koşullarda, sigortasız çalıştıran bu atölyeler derhal tespit edilmeli ve kapatılmalıdır. Kot kumlama küçük, merdiven altı atölyelerin işi gibi yansıtılmaya çalışılmaktadır; ama bu atölyeler Lewis, Mavi Jeans, Strom Jeans, Adil Işık, Dolce Gabbanna, Leke gibi büyük firmalar için çalışmaktadır. Bu şirketler işleri taşerona vererek işçilerin iş güvenliğini sağlama ve sağlığını koruma zorunluluklarını, iş kanununa aykırı şekilde yerine getirmemişler ve binlerce işçinin sağlığıyla oynamışlar, onlarcasının canına kastetmişlerdir. Bu görmezden gelinmemeli ve hasta işçilerin maddi-manevi bütün zararları kendilerinden tazmin edilmelidir. “Gayrı sıhhi müessese” durumundaki işyerlerine, işyeri bina ve eklentilerinde bulunması gerekli asgari sağlık ve güvenlik şartlarını dahi kontrol etmeksizin işyeri ruhsatı veren tüm belediyeler, derhal gerekli denetlemeleri yapılarak (elbette Davutpaşa patlaması sonrasında gerçekleşen sahte denetlemelerden bahsetmiyoruz) gereken önlemleri almalı ve sebep oldukları maddi-manevi zararları karşılamalıdırlar. Sağlık Bakanlığı, her ilde silikozis hastalığı tehdidi altındaki tüm işçilerin ücretsiz sağlık taramasından geçebileceği sağlık birimlerini belirlemeli ve işçileri buralara yönlendirmeli, hasta işçilerin tedavilerinin sosyal güvence şartı aramaksızın tamamen ücretsiz şekilde gerçekleştirilmesini sağlamalıdır. Mağdur işçilerin patronlara karşı yürüttüğü hukuki mücadelede önlerine ciddi bir adalete erişim sorunu çıkmaktadır. Çok sayıda hasta işçi ya da vefat eden işçi yakını ödenmesi gereken harçları karşılayamadıkları için dava açamamaktadır. Adalet Bakanlığı, bu durumdaki işçilerin veya işçi yakınlarının bu harçlardan muaf olması için adli müzaret kararı çıkarmalı ve işçilerin haklarını aramalarının önünü derhal açmalıdır. Bu sosyal felaketten birinci derecede sorumlu olan kot taşlama işine uluslararası rekabet nedeniyle sessiz kalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve hükümetlerdir. Sosyal güvenlik hakkı; Anayasa ile devlet güvencesi altına alınmış en temel insan haklarından biridir. Anayasanın 49. maddesinde herkesin çalışma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ve devamla 60. maddesi uyarınca da devletin sosyal güvenliği sağlayacak tüm tedbirleri almakla yükümlü olduğu açıkça düzenlenmiştir. Buna rağmen; işçiler kot taşlama atölyelerinde sigortasız çalıştırılmış ve sosyal güvenlik haklarından mahrum bırakılmışlardır. Şimdi hastalıkla mücadele eden işçiler sosyal güvenceden yoksun bir halde, yeşil kartın sağladığı sınırlı sağlık hizmetlerinden yararlanmaya çalışmaktadırlar. İş güvenliği ve işçi sağlığı koşullarını yerine getirmeyen işyerlerine işletme izni vererek faaliyete geçmelerine neden olan; gerekli denetimleri yapmayan, bu şekilde çalışan işyerlerine yaptırım uygulamayan, işçilerin sosyal güvenlik haklarını koruma altına almayan ve patronların işçileri göz göre göre katleden uygulamasına göz yuman Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri ve ayrıca, Bakanlık’a bağlı İş Teftiş Kurulu müfettişleri, denetlemeleri usulüne uygun yapmadıkları ve bu atölyelerin faaliyetlerini durdurmadıkları için yargılanmalıdır! Tekstil sektöründeki uluslararası rekabet gerekçesiyle gencecik işçilerin ölümüne şimdiye dek ses çıkarmayan hükümet, derhal gereken önlemleri almalı ve ölümleri durdurmalıdır!